29 Ağustos 2012 Çarşamba

Çaresiz olmak ne ki!

     Öfkeli olmak. Kime, neye karşı olduğunu bilmeden. Ve belkide en çok buna öfkeli olmak. Öfkeli olmak ve zamanın tozları arasında belli belirsiz kaybolmak..
     İşte bir insanın hissedebileceği en pis duygular. Öyle ki hiç hissetmemeyi isteyecek kadar. Ölüm kokusunun sindiği bir deniz kenarında, yalnızlığın kirli yeşiline bürünmüş bir taş olmaya bile tercih edilemeyecek kadar korkunç duygular.
     İnsanı savaş sonrası yıkılmış siperlere sürükleyen hisler. İki siper arasında, ölüler, yaralılar ve doğmayı hiç hak etmemiş olanlar. Öyle bir savaş! Bunların ötesinde görebildiğin tek şey, kaybettiğin. Ve belki de hiç savaşmadan kaybettiğin. İşte, her şey bitti. Savaş sona kavuştu, silahlar sustu. Kalbini susturabildin mi peki? Elinden geleni göz ardı etmenin vereceği pişmanlığı hissettirmeye başladı mı sana, kirli esmer kalbin? Yaşamayacağın yıllarda bile çaresizliğe mahkum olmaya katlanabilecek misin sahi? Uğruna savaşmaktan korktuğun şeylerin günbegün paslanmasını engelleyebilecek misin? Ömürlük bir iç savaşa sürüklenmenin kaçınılmazlığından kaçabilecek misin?
     Ben kaçamadım. Buradayım işte ve sende buradasın, şu an bunu okuyorsun. Ağaçların hıçkırıklı sesine karıştırıp efsunlu şarkılar sunuyorum sana. Her yere ağır ağır kokun sinmiş sanki. Devrilmiş mesafelere meydan okuyarak, korkularıma inat geldim sana. Geldim çünkü savaşmadan kaybetmenin çaresizliğiyle başa çıkamazsın sen. Çaresiz olmak bir şey değil, çaresizliği kabullenmek zor gelir insana. Geldim çünkü, bu elini uzatsan kaybolacak, uzaklaşmaya çalışsan alev alacak çaresizliğin seni tüketmesine izin veremezdim.
     Karşımdaydın işte, her şeyinle sendin. Öyle gerçektin ki! Hiçbir şeyin seni tüketmesine izin veremezdim. Seni ben tüketecektim...

14 Temmuz 2012 Cumartesi

Bilinçaltımın azizliğine uğradım

     Aşk hayatındaki mutsuzluklardan dolayı her kadın kendini farklı şeylere adar. Kimileri sosyal hayatını geliştirir, kimileri hedeflerine yoğunlaşır, kimileri fiziksel görünümüyle kafayı bozar. Şablon bellidir.
     Her durumda kendini kurbanlık koyun gibi ortaya atan anormalliğim, bu durumda da beni yalnız bırakmadı. Uyku bağımlısı oldum. İnsanın 10 dakika aralıklarla tüm gün uyuyabilitesi olur mu? Olurmuş valla.
     Uyku bantlarıyla ciddi düşünüyorum çünkü bu huyu edinmemde çok yardımcı oldular. Nerede arızalı, defolu bir huy var, gelir beni bulur zaten. 24 saatin 18 saatini uyku aleminde geçirmekten memnunum aslında. Çünkü başka türlü yaşadığım o salak şeyleri, o dengesiz herifi, içimi kemiren şüphelerimi unutmamın imkanı yok. Hayır, kendimi gezmeye tozmaya adayacağım ama kıçını 2 metre öteye kaydırsan terliyorsun, öyle bir sıcak var. Ayrıca kimse beni daha karga bokunu yemeden uyandıramaz! Benimle gezmek istiyorsanız, planlarınızı ikindi vaktinden sonra yapın. Çünkü ben o saate kadar hiçbir iş yapmayıp, popomu yayıyorum. Birde arayıp, hayatın güzelliklerinden bahseden arkadaşlarım yok mu.. İstersen yüzyılın icadını yap, istersen insanları klonla,  istersen tüm güzellikleri ayaklarıma ser... Eğer tatil günlerini bok eden öldürücü sıcağa bir çözüm bulamıyorsan, dikkate alınmamaya mahkumsun. 
     Bugünlerde biraz hırçınım, kabul ediyorum ama bunun bir nedeni var! Normalde pek sık rüya görmem ama geçenlerde gördüğüm rüyadan ötürü ruh hastasına dönüşmek üzereyim. Bir dişi, sevdiği erkeği eski sevgilisiyle aynı yatakta görmemeli. Rüya olsa dahi görmemeli. KAN ÇIKAR! Aslında bende her insan gibi "bilinçaltımın bana bir oyunu işte" diyerek geçebilirim ama affedersiniz de sıçarım böyle bilinçaltına ben! 
     Sürekli sevgilimi arayıp acaba şüpheli bir şey söyleyecek mi diye ağzının içine hatta bademciğine bakıyorum. Evet, delirmek üzereyim. Birine de anlatamıyorum, anlatsam hemen falcı edasına bürünüp kıçından bir şeyler uyduracak. Köşeye sıkıştım ve içim içimi yiyor.
     Anlayacağınız, artık kendimi uykuya adamak istemiyorum. Sanırım saç modelimi ve ojelerimin rengini değiştirip duracağım. Beni bu kronik mutsuzluğa sürüklediğin için teşekkür ederim. Ulan kaz yarması, beni ne hallere düşürdün!

12 Temmuz 2012 Perşembe

Sevmeye yeteneksiz olmak

    Bir olay sonrasında "Niye bu şekilde davrandın?" diye sorsalar, mutlaka neden farklı bir şekilde davranmadığımı söylerim. Kendimi tam olarak tanıdığım söylenemez ama fevri hareketlerimin sık olduğu doğrudur. Çoğu kez neyi, ne yapmam gerektiğini düşünemeyecek kadar hızlı karar veririm ve sonrasında da -haliyle- neyi  neden yaptığımı bilmem, aslında merakta etmem. Taa ki davranışlarım yüzünden sorgulandığım ve savunmaya ihtiyaç duyduğum zamana kadar. İşte o zaman her şeyin mantıklı bir açıklaması vardır.
     İnsanoğlunun en sevdiğim özelliği mantıklı düşünmesidir, herkes beceremese de. Kendi adıma konuşacak olursam, biri karşıma geçip bir şey sorarsa, tüm anlamsızlığıma rağmen mantıklı bir şey söylerim. Belki insanlara göre sordukları şeyin neden farklı bir şey olmadığını duymak mantıklı değil, ama o an için işe yaramadığını kimse söyleyemez. Hem neden işe yaramasın? Bir işin neden B ya da C yoluyla yapılmadığını söylemek aslında o işin neden A yoluyla yapıldığını da açıklıyor. B ya da C yolundan gidemeyeceğim için A yoluyla gittiğim mantığı her durumda geçerli olmasa da, sorgu sualde her zaman kurtuluşum olmuştur.
     Ama gelin görün ki, insan kendi mantığıyla yine kendi savaşamıyor. Geçen gün kendime "Yıllardır yaşıyorum, ne öğrendim, ne bilmekteyim?" diye sordum. Anladım ki ben sevmeyi bilmiyorum. Henüz özlemeyi öğrenememişim. İşin garip tarafı; bilmiyorum ama seviyorum, öğrenemedim ama özlüyorum. Sanırım bu anormalliğimin bir nedeni var. Bir insanı severken kendimi fark etmeden dış dünyaya kapamam.                           
     Oysa sevgi tek bir insana bağlanarak öğrenilmiyormuş. Aslında sevgi öğrenilemiyormuş. Hele ki sevdiğiniz insanda sizin gibi sevmeye yeteneksiz ise...

4 Haziran 2012 Pazartesi

Allah belamı versin ki şaka


   Bir isyan ruh haliyle daha sizlerle birlikteyim. Şimdiden beni dinlediğiniz için thank you all my readers..  (Neden yarı İngilizce yarı Türkçe yazdım bilemiyorum)
     Beni bilen bilir. Eğlenceli bir insanımdır. Yanımdaki insanların rahat olması için dikkatli davranırım. Yeri geldiğinde güzel espriler yaparım. Kendime has saçmalama yöntemlerim vardır. Uzatmaya gerek yok yanımdaki insanı bir şekilde güldürürüm. Ama güldürme şekillerimin arasında asla “şaka yapmak” olayı barınamaz. Çünkü ben şaka yapamıyorum!
     Evet bu neden kafaya takılacak bir şey olsun ki diyebilirsiniz. Dinleyin de görün niye sözde böyle basit bir şey(!) kafaya takılırmış.
    Hepimizin bildiği üzere dünya çok boktan bir yer. Bu gerçeği hatırlattıktan sonra anlatmaya başlayayım yavaş yavaş..           
   Günümüz gençliğinin kusursuz en popüler uğraşlarından biridir “şaka yapmak”. Herkes mutlaka bir gün şakaya maruz kalır ve herkes farklı farklı tepkisini ortaya koyar. Bana eşek şakası yapılsa dahi onun şaka olduğunu anlarım ve mizaha saygımdan gülerim. Herkes güler. Gerekirse rezil olurum kızarır bozarırım ama şaka sonuçta gelir geçer. Dünyanın kanunu budur şaka yapılan kişi bu duruma düşecektir.
     Peki bu kurallar neden ben şaka yapınca geçerli olmuyor ? Peki ben şaka yapınca insanlar neden alınıyor, küsüyor, bana trip atıyor ? Sıçayım dünyanın adaletine. Olmayan adalete sıçıyorum tabi birde orası var. (Vaybe, isyan altında sosyal mesaj da verdim.)
      Benim şaka olarak söylediğim tek kelime, dönüp dolaşıp küresel kriz haline gelecek, bunu ezberledim artık. Bu bir “İ*** F**** laneti”. (kimliğimi açık edemem herhalde)
      Tamam ben şaka yapma yetisi eksik olarak dünyaya geldim diyelim. Ama sonuç olarak dünyaya geldim di mi insanım bende. Allah belamı versin ki ağzımdan bir şaka kaçtı kaçmaz olaydı. (ağzından şaka kaçırma gibi bir deyimi de uydurmuş buluyorum) Ağzımdan kaçan şakanın aşama aşama ağzıma sıçma gibi bir huyu var.
    1.Aşama : “Oha”
    2.Aşama : Trip atma
    3. Aşama : Küsme
    4. Aşama : Vicdan azabı çektirme
    5. Aşama : Şakanın dönüp dolaşıp yüzüme vurulması
    6. Aşama : Benim sinir krizi geçirip saçımı başımı yolmamdan oluşan kaçınılmaz son.

      Her konuda insanlarla, kurallarla, kurumlarla, çıkmaz durumlarla ve gerekirse kendimle bile kanımın son damlasına kadar savaşan bir insan olarak bu konuda kaderime boyun eğmiş olduğumu duyurmakta ve nacizane şaka yaptığım biri olursa bu yazıdan sonra bana bir miktar anlayış göstermesini arz etmekteyim. (bir cümleyi bir paragraf uzunluğu kadar devam ettirebildiğim için kendimi tebrik ediyorum ama bu şaka yapamadığım gerçeğini değiştirmiyor)

 Başta teşekkür etmiştim buraya yazacak bir şey kalmadı.
    

27 Mayıs 2012 Pazar

Oh Thanks God?!

     Herkes kendini bir şey sanar. Bazı aklı küçük egosu büyük insanlarda dünyayı sanki kendileri yönetiyormuş gibi diklenirler hayata ve içindeki insanlara.
     Özgürlük herkesin bencilce yorumladığı bir şey olsaydı dünya yaşanamaz bir hale gelirdi. Çoğunluk böyle olmadığı için genel olarak rahatız. Ama dikkat! Karşınıza egolarıyla manevi dünyanızı yaşanmaz hale getirmek için çabalayan insanlar çıkabilir. Hırslarını size karşı keskin bir silah, egolarını sarsılmaz bir güç olarak kullanmak isteyebilirler. Ahh şu kibirli insanlar ve o harika hayal dünyaları.. Duygularını kötüye kullanacak kadar aciz insanlar. Tıpkı teknolojinin yararını atom bombasına dönüştüren zavallı beyinler gibi.
     Daha kendini bile yönetemeyen insanların bir şeyleri kontrol dahilinde tutmaya çalışması ne kadar zavallıca. Farkında olmuyoruz ama insanlar yıpranıyor hayatları etkileniyor. Kimse kimsenin egosunu tatmin etmek için ona boyun eğmek zorunda değil ki!  Yaptırımların türlü yolları denense de bazılarının "insanları kazanmak" diye tabir ettiği benimse "yönetme isteği" olarak bildiğim olay, herkeste işe yaramıyor. Herkes yapmacık sevgilerin yalan dünyasında mutlu olamıyor.
        İleri görüşlü olmayan insanların bile tahmin edebileceği bir şeyi dile getirmek istiyorum;
                  "Gün gelecek, o sarsılmaz sandığınız egolarınız sizi yok edecek."

23 Nisan 2012 Pazartesi

Bir erkeği kendinden soğutma yöntemleri Vol357198426

[ - ler ben oluyorum ]

+ Konuşmanın yazıya aktarılamadığı anlardan biri

-  Aslında aktarılamıyor değil. Sen yazmaya üşeniyorsun. Bak ben üşenmiyorum ve kendimi gayet iyi aktarıyorum. Kendimi derken düşüncelerimi. Sonuç olarak insan düşünebiliyorsa var sayılıyor. Bu durumda insan bir düşünce sayılabilir. Zaten düşüncesiz insanları da kimse sevmez. Önemli olanda toplumda yer almaksa eğer, buda toplumun seni sevmesinden geçiyorsa düşüncesiz olmamalısın.

+ Bende seni seviyorum

- Bu beni susturmak için söylenen bir “seni seviyorum” muydu?

+ O kadar şeyden sevdiğini çıkardım

- Yani “ düşüncesiz değilim İrem de düşünceli insanları seviyor” diye ukalalık yaptın..

+ İrem uzatma ve sevdiğim için sevin.

- He ben böyle mutsuz bir insanım ki senin sevgine muhtacım öyle mi?

+ Son mesajı bir daha atsana.

- Hayır, zaten şakaydı

+ Ne şakaydı ?

- “ Bu sevinilecek bir şey değil de şükredilecek bir şey. Hallelujah şarkısını sana armağan ediyorum” (Nasılda kıvırıyorum be)

+ Neden o şarkı?

- Çünkü “hallelujah” şükürler olsun demek, hep bilgi bunlar

+ Tamam


11 Nisan 2012 Çarşamba

Ben bir seri katilim!

Bu yazıya Robert De Niro gibi suratımı ekşiterek başlıyorum. Çünkü insanın hayatı ancak bu kadar boktan gidebilir. Şu aralar şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağım neredeyse.

Bazı durumlarda boş vermişlik hali bile işe yaramıyor. Gözbebeklerime soğan cücüğü kaçmış gibi dolanıyorum ortalıklarda. Bir Erol Taş değilim maalesef. Hayatın akışına bıraktım ve bunun pes etmek olduğunu düşünmüyorum. Pes etmekse eğer, ki bu benim işime gelir, bok çukurunda boğulmaktansa, pes edip , başka diyarlara destan yazmaya gitmek daha mantıklı. Tabi sen o diyardan o diyara koşuşturma derdindeyken , sürünürken, elinde olmadan öküz gibi yiyorsun. Allah’a şükrettiğim en önemli mevzulardan biri de bu zaten , “yiyip yiyip kilo almamak” . Evet bu güzel bir özellik. Ama o kadar. Bende ki güzel şeyler sadece bundan ibaret. Karşıma geçsen ben çok “öyle ahım şahım bir güzelliğim yok zaten kimseyi de dış görünüşle etkilemeyi sevmem” tarzındayım. Hastalık derecesinde takıntılarım var. Ve en önemlisi de , durun bir dakika. Buraya kadar zırlaya zırlaya yazdım ve buradan sonra ne dersem diyeyim, “ben seri bir katilim” demediğim sürece hafif kalacak. Ama diyeceğim,  en önemlisi de, sağlığımın beni terk etmiş olması. İyice psikopatlaştım anlayacağınız.

1 aydır ilaç namına bir şey süremedim ağzıma. Her gün öksürüyorum ya da merdivenlerde tıkanıyorum. Hafta sonu Alemdağ taraflarında ayağımı paslı bir demirle çizdim. Dolayısıyla tetanoz aşısı olmak zorunda kaldım. Ama aşıyı yapan , su görmüş kuduz köpek kılıklı eleman, yanlış yapmış, becerememiş manyak. İki kere iki dört, dünya yuvarlak, Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti, ve sen o iğneyi düzgün yapıcaksın. Bunun eğitimini almadın mı yıllarca? Sana bunu öğretirlerken uyuyo muydun napıyodun? Ben niye senin yüzünden davul gibi bir kolla , yanımda spreyle ve öldürücü ağrıyla gezmek zorundayım? Nedeeeen Allahııım nedeeeen ben yaaa nedeeen?

Bu ağlaklıkla yaklaşabileceğim bir durum daha var. Derslerim. Tüm notlarım ayakkabı numarası niteliğinde. Ama bir bebek ayakkabı numarası da değiller. Nasıl olsa ayakkabı numarası diye koy vermemişler, kendilerini geliştirmişler. 44ler falan işte. Allahım şu düşündüklerime bak. Borsa seansı yorumluyorum sanki.

Niye bu kadar konuştum ben? Hayatımı neden bu kadar ayrıntılarıyla anlattım? Konuşmak istediğim birileri yok çünkü. En yakın arkadaşım Ayşe kendi dünyasında zaten, yanına yaklaşmaya gelmez. Bende içimi buraya dökerim işte. Ne halde olduğumu da söyleyeyim, tüm bunlara rağmen içimde maratona katılmak üzere hazır bekleyen bir atlet var resmen. Eğlencesiyelimi ölçmeye kalkmayın, benim kadar dengesiz bu aralar.

Evet bebeklerim, dediğimi yapın, yaptığımı yapmayın. Öptüm.

3 Nisan 2012 Salı

Ama ben ölüyorum, anlasana.

Ben yapmadım. Bunca gözyaşının, acının, tükenmişliğin sorumlusu ben değilim.

Evet ama, hata yaptım. Biliyorum, çok üzgünüm. Ama ben doğrularımdan ve yanlışlarım daha çok sevdim seni. Hiçbir zaman mutlu olmayacağımı bildiğim halde. Her acıya karşı durdum ve yorgunluklarımdan daha çok sevdim seni. Her gün öleceğimi bildiğim halde. Ben gözyaşlarıma karşı savaş verdim ve korkularımdan bile çok sevdim seni. Ama sen gittin.. Yüzüme baka baka, kalbimi sökerek, beni bunca acınnın içinde yalnız bırakıp gittin.

Biliyorum, seni üzdüm. Bu kadar çok sevmemeliydim. Sevgi mantıksızdı senin için ve ben bir deli gibi davrandım. Omzunda yeterince yük vardı ve ben birde sevginin yükünü taşımak zorunda bıraktım seni. Sende kaçtın. Şimdi, bu yükün altında tek başıma eziliyorum ben.

Biliyorum, ben bizi hiç göremedim. Göremedim ve yitip gitti oda tıpkı zamanla silikleşen tüm yüzler gibi. Şimdi bunca hatıranın silinmesi için koca bir ömür var önümde. Şimdi gidilecek yollar var. Şimdi "istemiyorum" sayıklanacak soğuk geceler var.. İnsan istemiyorum derken bile bu kadar ister mi?

Biliyorum, haksızdım. Senden yanımda olmanı beklememeliydim. Bunu hakettim. Sende hakettiğim tüm acıları verdin bana.

Ve sen her zaman haklıydın, annem gibi. Ve sen beni yine bırakıp gittin, tüm sevdiklerim gibi.

1 Nisan 2012 Pazar

Kafamda deli sorular

Merhaba güzel ülkemin güzel insanları.. Ve dengesiz havası. Ne ayaksın oğlum sen? Ciddi ciddi hava kafayı yedi. Ramazan da iftardan 5 dakika önce “Toooop patladııııı , toooop patladııııı” diye bağıran çocuk kafasında şu aralar.

Havaya laf ediyorum da , bende dengesizim bu aralar. Anlık mutluluklarla yaşamımı devam ettiriyorum aslında ama yalnız kalınca içimde ki lanet olası boşluk beni yiyip bitiriyor. Eeee bende olabildiğince yalnız kalmamaya çalışıyorum. Geziyorum, tozuyorum. Özge ile yapmadığımız çılgınlık kalmadı. Onu çok seviyorum , buradan da duyurmuş olayım :*

İnsan birini sevince etrafındaki kimseyi göremez oluyormuş. Etrafımdakilerin farkına varamamışım. Konuştuğum bir çocuk var şu an. Tamam bakmayın öyle. Bende bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum ama en nihayetinde konuşuyorum sadece. Hayat devam ediyor diyen siz değil miydiniz? Devam ediyor işte.

Çocuktan bahsedeyim biraz. Çocuk bir içimlik su, bakmaya kıyamıyorum, öyle. Büyük benden bir de. Ama gel gör ki , bir tane bile ortak noktamız yok. Tam zıttım. Ayrıca sadece konuşuyorum ama bir tarafımda buruk. Aklım hala bir geri zekalıda. Gözlerim onu arıyor falan. Bunu da dikkate alarak okul değiştiriyorum.

Gidiyorum evet. Bir adam için mi demeyin. Sadece onun için değil. Lanet olası umut yüzünden! Şu zamana kadar umut denilen şeyin çok kötü bir şey olduğunu savundum. Şimdi bir tarafım sadece “sevgi varsa, umut da var demektir  diyor. Kafamda deli sorular durumundayım , aklım gidip geliyor. Umut denilen şey beni öldürüyor. Gerçekten , bundan kurtulmam lazım. Benim için dua edin , hayatım normale dönsün. Hava da normale dönsün. Güzel haberlerle geri döneceğim. Şimdilik görüşürüüüz :*

23 Mart 2012 Cuma

En büyük ihanet değil midir seni seven birini bırakıp gitmek?

Sabah yalnızlık duygusuna bürünmeye çalışarak Emre Aydın’ın “Soğuk Odalar” şarkısını dinliyordum. Öğlene doğru gerçek oldu.  “Durdu zamanım, bir şey diyemedim.. Gitmek istedin ve gittin.”

Numan.. Yaklaşık bir buçuk yıllık sevgilim. Beraber güldüğüm, beraber ağladığım, mutlu olduğum ve alıştığım sevgilim. Bütün her şeyi birkaç dakikaya sığdırıp beni terk eden   sevgilim.  Pardon eski sevgilim.

Nasıl oldu anlatayım. Sıradan bir gün değildi. Sıkıntılarım vardı ve önceki gün ömürlük ağlamıştım. Dokunsan ağlayacak olan vaziyetim devam ediyor ama bir şekilde gülüyorum.  Eski sevgilim bölüyor ; “gülme” diyerek. Zaten o anda belli oldu ortada bir bokluk olduğu. Sevimsizce astım suratımı, konuşmaya girmesini bekledim. Uzatarak yazmayacağım. “Görüşmeyi kesmeliyiz.” ve ardından “seni düşünüyorum” mesajı veren cümleler.  Ayrılalım demek istiyor işte. Bir buçuk yıl olmuş hayvan!  Durup dururken, bir anda hayatımdan defolup gitmek ne demek? Allah belanı versin.  Madem böyle yapacaktın neden hayatıma girdin? Hayatımın içine kustun resmen. Birde benden kimseyle çıkmamamı istiyor pezevenk.  Şaka mısın sen? Satın aldığını falan mı sanıyorsun beni?  Ya terkedilmekten çok bu canımı acıttı. Beni bırakıp gitmiş olmasına alışırım da, bu cümleyi hazmedemem.

Tamam, vazgeçilmez biri olmadığımı biliyordum da,  bu kadar kolay olacağını tahmin etmemiştim.  Hayatının son bir buçuk yılını paylaştığın insanı silip atmak bu kadar basit midir?

Şimdi çok kötü değilim. Hayat devam ediyor işte. Beklemediğim bir boşluk var hayatımda. En önemlisi de kendime bir söz verdim. Bir yıl sonra bugün, yanımda çok sevdiğim ve beni de yeteri kadar seven bir adam olacak. Daha mutlu olacağım. Ve o zaman aynanın karşısına geçip, omzuma öpücük konduracağım.

 23.03.12

Cuma

17 Mart 2012 Cumartesi

Gerçek aşk, sadece bir lakırdıdan ibaret!

Çok klişe olsa da, gerçek aşkın olmadığını söyleyen insanlar kervanına katılıyorum. Aklın yolu bir mi desem, çaresizliğin yolu bir mi desem bilemedim. Bir yol var ama, o kesin.

Ve ne yazık ki , her fani akıl veya çaresizlik ile birlikte bu yola varıyor. Durun inkar etmeyin. Herkes hayatında en az bir kere bunu düşünmüştür. Herkes hayatında en az bir kere acı çekmiştir. Belki herkes hayatında en az bir kere "hiçbir şey" hissetmiştir. Bazı insanlar hayatı boyunca buna inanmıştır, yani hayatı boyunca kalp kırıklıklarıyla yaşamıştır.

Kabul edelim hayatın amacı da bu zaten. Acı çektirmek. İnsanları kırmak. İlişkilere zarar vermek. İnsanların ruhlarını çalmak. Eğer hayatınızda bir kere , birine kötülük yaptıysanız bilirsiniz ki , insanları kırmak için elinizde bir koz olması gerekir. Aşkta bu kozlardan biri sadece, çok büyütmeyin. Bende büyütmeyeyim. Malum, insanları yaralamak istiyorsanız, onlara sürekli daha fazlasını isteyecekleri bir şey vermelisiniz. Nasıl bir şey hep daha fazla büyüyebilir ve istenilebilir? Tabi ki olmayan bir şey.

Böyle uydurma bir şeyin etkisi altında olduğunuzu düşünüyorsanız, siz de onu kendi çıkarlarınıza uydurun. Bu aralar hayat çok "dinsizin hakkından imansız gelir".  Benim gibi sadece mutlu olmaya ve eğlenmeye bakın. Ama dikkat edin,çünkü bazı duygular nerede durmaları gerektiğini bilmiyorlar.

6 Mart 2012 Salı

Ya adam gibi yaşayalım ya da ölelim


Evet sayın dünya sakinleri... Günlerdir hastayım, evde yatıyorum.. Sadece “House MD” izliyorum. 7 gün raporum var be , dile kolay.

Ben demiştim Özgeye ... Eğer karlı havada kabanlarımızı giymeden voleybol oynarsak, hasta oluruz. Ama haklı değilmişim. Bildiğim kadarıyla özge hasta olmadı , turp gibi hayvan. Demek ki karlı havada voleybol oynarsak “ben” hasta olurmuşum. Niye ben ya !? Özge kızmasın ama neden ben Allahım?

Bazı insanlar o kadar sağlıklı ki. İğneyle virüs aşılamak geliyor içimden. Niye bu kadar sağlıklısınız lan! Hasta olun bir kere ya , en sonunda yüzünüze yüzünüze öksüreceğim. Allah’ın onlar için fazla vakit harcayıp beni ihmal ettiğini düşünüyorum. Allah’ım affet yarebbim ama beni bu kadar kıskanç yapanda sensin. Ayrıca sürekli hastayım, kendimi bildim bileli hastayım ya. Yazık valla bana yazık.

En az saat başı ağrı kesici alıyorum. Sanırsam sadece kafa yapıyorlar. Hayatımda şu haftaya kadar içtiğim ağrı kesicileri topla, şu hafta daha çok içmişimdir. Bağımlılık yaptılar bir de keyfi içiyorum.

Bir  yandan da kaçıp giden dersler var.. Onları hiç katmıyorum. Sadece bu kadarıyla ; MAĞDURUM !

4 Mart 2012 Pazar

Daha büyük acılara hazırlanıyorum artık.

Sevdiklerimi kaybetmem benim için alışıldık bir durum. Her giden arkasında bir çukur bırakıyor ve sen o çukurları betonla dolduruyorsun. Bazı insanlar bu yaraların üstünden geçiyor, bazıları eziyor, bazıları görmezden geliyor ve bazıları da acımadan tuz basıyor. Ve sen o sağlam görünüşünün altında ne kıyametler kopuyor, kimseye duyuramıyorsun.

Bir yerde okumuştum “Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir” diyordu. Benim en büyük saadetim yine kendim. Harflerim, kelimelerim, cümlelerim. Onlar her şeyi anlıyor , acıları, korkuları, sahtelikleri. Ben rüzgarını bilmeden atılırken lodosu sağlam hayatlara, onlar benimle gelmiyorlardı ama beni de yalnız bırakmıyorlardı. Ve bütün yaşadıklarım kirpiklerime kalbime döktüğüm betonlar gibi çöküyor. Bakıyorum, sadece göz yaşlarım var elimde, birde beni bırakıp giden sevdiklerim.

Söylemek istediğim, yapmak istediğim, yaşamak istediğim o kadar çok şey var ; sevmek istediğim o kadar çok insan var ki.. Korkuyorum, kalbimin bunlara yetişmeden beton yığını olmasından korkuyorum. Buzdolabı gibi bir insan olup , yalnız kalmaktan korkuyorum. Duygularımı kaybetmekten korkuyorum ve bunu bilmenin, bu acı sondan korkmanın verdiği acıyı her yerimde hissediyorum.

Sonra beni bu yazıyı yazmaya teşvik eden kısa ama bir o kadar da anlamlı nottan alıntı yapıyorum : “ Yaşam boyunca bazen bizden saklanan öyle değerli zevkler, öyle tatlı verilmiş sözler vardır ki, bunların bize bağışlanmasını en azından dilemek bile çok doğaldır. Ancak erdem yoluyla bunlardan vazgeçildiğini bilmekle geride bırakılabilir bu büyük çekicilik. (La Bruyere)”

Kaybetmekten korktuğum duygularıma, beton yığını olmasından korktuğum kalbime, beni terk eden sevdiklerime ve bunun acısına, ağırlığına, çaresizliğine ve göz yaşlarıma rağmen bir gün erdemi seçip her şeyden vazgeçebilmeyi diliyorum.

1 Mart 2012 Perşembe

Deşifre edilmek böyle bir duyguymuş

“Kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma” diye boşa söylememişler zamanında. Ben çok biliyorum ya , o yarım aklımla zeki olduğumu varsayıp arkadaşımın blogunu deşifre ediyorum bi aralar. Sonra lanetleniyorum.

Ne mi oluyor ? Benim sevgilim , zoraki sevgilim bir haltlar karıştırıyor ve blogumu öğrendiğini söylüyor. Bir baş dönmesi , sonra her yer kararıyor , sonra bir ışık böyle...

Aman Allahım ?!  Mümkün değil , imkansız hatta mümkansız !! Hayattan soğudum bir an. Halbuki bir salaklıkta yapmadım. Allahım benim suçum günahım ne ya. “ezik miyim lan ben” diye bağırmak istiyorum. 

Sonra İngilizce dersi. Lan ben hayata küsmüşüm ders mi dinlicem. Açtım camı , soğuk yüzüme yüzüme vuruyo ohh.. Kendime geldim ve başladım “ühü , ühühü hayır eheheheh olamaaaaz ihühihüh” gibi gülme ve ağlama arası bir eylem yapmaya.  Hoca hasta olduğum için böyle yaptığımı düşündü büyük bir ihtimal. Sonra.. Sonrasını ne siz sorun ne ben söyleyeyim.

Bizim sınıfta mal bir çocuk var . Blogumun adını öğrenmiş bağıra bağıra beni tehdit ediyor. Ulan hayvan oğlu hayvan , amip seni. Geçirdim elime bizim öküz gibi “oksford dıkşiniri’yi” fırlattım. Sonra Allah ne verdiyse. Son olarak koridora doğru kaçan hedefe bir su şişesi.. Hocayı sıyırdı geçti ama ne geçiş.. Hayatımın en kritik dakikaları “ ya hocaya çarparsa?” Orada öldüm ben zaten. Ama Allahın sevdiği kuluyum ki hocayı sıyırdı ve hedefin alnına. Onun alnını da yardım mı.  Sonra ben bir rahatladım. Ama şarhoş gibiyim..

Edebiyat dersinde iğrençliğin daniskası olayına tanım getirdik. Boş derste de montlarımızı almadan çıkıp voleybol oynadık. Sonra da 3 paket cips yedik. Sinan abi bana öküz boy cips alacak, söz verdi. Şimdilik tek tesellim o . Ve eve dönerken aldığım çikolatalarım.  Blogumun adını da değiştirdim. Rahatım bir müddet.

Sonuç olarak ;  siz siz olun , bu konuda ne yapılmaz bilmiyorum ama onu yapmayın.


28 Şubat 2012 Salı

İşte benim mükemmel sevgilim

Beyefendi istemezse biz herhangi bir sosyal aktivite yapmayız. Onun canı sıkkınsa biz konuşmayız. Zaten yanına gitmişim gitmemişim önemli değil, beyefendi geceleri rahat uyumak için gündüzleri dinleniyor.

Peki, sorarım. Dünya senin etrafında mı dönüyor dingil? İstersen ben çıkayım, sen bensiz takıl. Manyak psikopata bak sen.  Adam keyfine göre iyi davranır , keyfi yoksa davranmaya tenezzül bile etmez. Tüm ilişkiyi kafasına göre götürür ama bir gram çaba da göstermez. Durup dururken buz dağına dönebilir. Sonra sende olayı pekte çakmadığın için buzdağına çarpmış Titanic’e  dönersin. Karşısında bir şey de söyleyemezsin , oda söyler çünkü. Kaba işte. Bir kıza nasıl davranacağını bilmiyor. O sana saçma sapan şeyler söylerken sen içinden “Mal, gerizekalı, yemin ediyorum salak ya, ulan şapşal küçük dağları sen mi yarattın, sevgililiğin kitabını yazmış gibi bilmiş bilmiş konuşuyo bide Allahın odunu. Centilmenlikten nasibini almamış bu ya. Tahtaları temassızlık yapıyo bunun.” dersin. Öyle şeyler yapar ki bazen , hakaret bile edemezsin. İçinden tek geçen “Ölçüsüz yahu.” olur.

Bunun bir de beni benden alan lafları vardır hiç unutmam. “Biri karşıma geçip beni bana anlatsa çok gülerim.” “Allah’tan çok mütevazı biriyim” “Çok da kibarım görüyorsun, incelik benim işim.” Vs..vs. Mütevazı bir insan böyle der mi? Egoya bak yarebbim.

Merak ediyorum, bu kadar egoyu nerene sığdırıyorsun.

Rica ediyorum, ölçüsüzlüğünde bir ölçüsü var.

NOT: Ve ben tüm bunlara rağmen onu köpek gibi seviyorum çünkü mazoşistim.

26 Şubat 2012 Pazar

En dibe inmişseniz, artık düşme ihtimaliniz yok demektir. Tek çare yukarı çıkmak

Artık sözlerin anlamını yitirdiği yerdeyim , yolun sonu değil bu , psikopatlığın dibi. Kime ne desem mantıklı değil. Kendime ne desem bana uymuyor. Agresif desem olamıyorum. Bir hortumun içinde savruluyorum sanki. Ya da tam olarak böyle de değil. Tarifte edemiyorum.

İnsanlarla diyaloglarım sorulardan ibaret. “Neden?, Niye?” gibi katil edici sorular. Bir cevabım yok arkadaş. Sonra “İrem neden böyle yapıyorsun, kalbimi kırıyorsun bak.. :/” tarzında tripler. Bir de neden diye sormaya devam etmiyor mu.. Allahım müsaitsen sana geliyorum.  Al beni yanına ne olur. Ya ben daha kendime cevap veremiyorum , sen bana kalkmış trip atıyosun.

Umrumda değilsin. Umrumda değilsiniz! Umrumda değilsin hayat! Ve ben kendi kendimin de umrumda değilim, BİR TEK O UMRUMDA. O da yanımda değil.. Sanırsam aşk acısı çekiyorum. Kanıtı da bugünlerde dinleyebildiğim tek şarkı : http://fizy.com/#s/3wlxpx

25 Şubat 2012 Cumartesi

Ya yoksa kalbim?

Eyeliner’ını silerken derin düşüncelere dalan tek insan benim galiba. Aynanın karşısında, elimde krem. Gözlerimin altı mosmor. Yaklaşık son 6 aydır böyleler. Anlam veremiyorum onlara ama tepki verdiklerini biliyorum. Bir şeylere çeki düzen vermem gerek. Hayatın şaka olmadığını anlamam gerek. Ve bazı insanları tıpkı eyeliner’ımı siler gibi kolayca silip atmam gerek.

Yapmam gerekenleri sıralamak kolay. Söylemesi kolay ya olması? İnsanın kendi kendine ders verecek kadar yalnız olması ne kadar adaletsizce. Etrafında o kadar insan ve bir o kadar da boşluk. Korkuyorum, bir gün kendimi tutamamaktan.  İnsanlar söylediği kelimelerin ağırlığını bilmiyor gibiler. Dudağa dokunuyor, acıtmıyor. Kalbe dokunuyor, yıkıp geçiyor.

Bir insana verilebilecek en büyük cezanın “umursamamak” olduğunu sanmayın sakın. Değil işte öyle.. Bir insana verilebilecek en büyük ceza “sevdiğinin umursamaması”dır.. Söyle sevdiğim, söyle. Bu kadar acıya nasıl dayanıyorum söyle. Korkuyorum, ya yoksa kalbim?

Şaşırıyorum karşımda sessizce durmandan. Ya yoksan karşımda? Ya sen hiç yanımda olmamışsan. Baş edemiyorum tüm korkularımla, hissedileceklerin hepsini bitirdim mi yoksa? Öyleyse neden kapıma dayandı korkular? Niye beni kurtarmıyorsun bu azaptan? Hani sen hep yanımda olacaktın? Nerdesin? Ele avuca gelmiyorsun.  Dile gelmiyorsun. Şaşırıyorum sadece. Ve Mevlana susturabiliyor beni bir tek ;

Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer;
Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.”


24 Şubat 2012 Cuma

Ben mi çok hassasım, hayat mı çok incitici?

Günler akıp gidiyor su gibi. Her gün bir şeyler kaybediyorum kendimden. Her gün bir yerde bir parçamı bırakıyorum. Her gün ağlıyorum. Şu bir haftadır neler yaşadığıma, ne kadar üzüldüğüme bakıyorum, en son eski sevgilim tarafından mezuniyet balomda terk edilişimde üzülmüştüm bu kadar. Neyse, bu konuya hiç girmeyelim bence..

Düne kadar sevgilimle aramın bozuk olduğunu söyleyeyim. 1 hafta boyunca kendimi nasıl yıprattığımı düşünüyorum da, “sevmek kimi zaman rezilce korkudur” mısrası düşüyor aklıma. Gözlerim kapanıyor , kalbimin ağırlığı kirpiklerimde.  Ben ölmeden barıştık Allah’tan. Barıştık barışmasına ama, rahat bırakmadılar.. Şu iki gündür de bir öğretmen yüzünden, okulda ağlıyorum. Sürekli sevgilim ile ilgili laf sokuyor. Herkesin içinde küçümsüyor.. Bunlara zor katlanıyorum, bir de bugün bana , “senin bir tane 11’lerden bir tane de 12’lerden sevgilin var” demez mi? Der.. Ağzının içine eder gibi, seni yerin dibine sokar gibi, seni küçük sürtük der gibi der hem de .. “Oha o nerden çıktı?” gibi bir tepki. Üstüne sinir krizleri , üstüne bağırış çağırış.. İlk iki ders İngilizce, sonra ki 2 ders almanca. Hoca dersimizi aldı ve konferans salonuna gelin dedi.. Meğersem sevgilimin sınıfına dersi varmış, iki sınıf ortak ders yaptık.. Aslında Oğuzhan ve ben en arkada üniversite düzeyinde test çözdük.. Bütün herkes önde konu dinliyor, saçmalık bu ya biz arkada test çözemiyoruz.. Sinir etti beni, 4 ders geçti böyle.. Öğle arasına da çıkarmadı mı.. Bir ton ödev verdi mi.. Ödev dediğim bir insan evladına yapılacak bir şey değil. Hafta sonu telefonunu kapa, ders çalış diyor. Sürekli laf sokuyor, yetmiyor dil anlatım dersinde gelip “lise aşkı saçma bir şey, evleniceksin, okumamış olacaksın, kocan seni dövcek, ben kariyer yap diye diyorum” demedi mi. Ben orada en yakın arkadaşımın ağladığını gördüm. Bende ağladım sadece. Dil anlatım hocasıyla konuşa konuşa ağladım. Herkesin içinde yapılacak şey değil.. Bir yıldır olacak iş değil. Özel hayatıma karışma be adam.. Düş yakamızdan.. Belki ben “ÇOCUK DA YAPARIM KARİYERDE!” kafasındayım, o zaman ne olcak? Lütfen bak sinirlenecek halim mecalim kalmadı.. Gözümde yaş kalmadı. Ufacık şeyler gibi görünse de , değil işte. Kalbi kırılıyor insanın.

23 Şubat 2012 Perşembe

Bir adam vardı canı sıkılan, geldi başıma bela oldu

Bazı şeyler çok iyi gidiyor ya, hayat öbür taraftan “aha mutlu olmuş bu hemen bir şeyler yapayım” der gibi ediyo mutluluğunun içine. Hayır ne geçiyor eline anlamıyorum ki. Bizden bir şeyler çalarak mutlu olamazsın hayat. Senin dünyanı birbirine katarım haberin yok. Saf olabilirim ama bu bana salak insan şansı katar. Artık etrafımda gerizekalı hocalar görmek istemiyorum. Adam sıkılıp sıkılıp bana çatıyor. Sevgilime laf ediyor. Sen kimsin lan benim sevgilime laf ediyorsun idiot? Mala bak ya , bir de 1 dakika geç kaldım diye yok yazıyor. Sen misin beni yok yazan. Kapıyı çarpar çıkarım ulan. Ben o kızgınlıkla gider yangın çıkarır o hocayı da içeride bırakırdım ama sadece rehberlik hocasına gittim. Dua etsin o . Ağlaya ağlaya , acıtasyon stayla, hocaya olanı biteni anlattım. Şu an ne kadar sürtük bir insan olduğumu düşünüyorsunuz ama öyle demeyin. Bu hoca çok ileri gitti. Hoca olmasa, oracıkta edicem ağzının içine.  Ama bir şey yapamıyorum. Yapamayınca da o uzun tırnaklarımı ellerimin içine geçirip yara bere içinde bırakıyorum. Sinirden camdan atlicak hale geliyorum.. İnsanlarda hoca kızdı diye ağladığımı sanıyor. Şu agresif kişiliğim de hep ortalıklar da dolaşıyor, az geri dur kızım ya. Sonra fark edileceksin , başına bela alıcaksın zaten yeterince bela var başında. Ne problemli insanım, yeni fark ediyorum. Allah etrafımdakilere sabır versin. Amin.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Telefonlar gitti

Bugün yine okula geç kalmışım, apar topar evden çıkmışım. Bir bakmışım ki telefonum yok. Aklımdan bin bir  tilkilikler geçiyor, sonra “Lan İrem telefon için düşündüklerine bak, boş ver telefon bir ihtiyaç değil ki” diyerek ikna ediyorum kendimi. Buradan ikna olmama yardımcı olan evimizin cehennemin giriş merdivenleri gibi olan merdivenlerine de teşekkürlerimi iletiyorum.
Velhasıl , ben okula doğru yola koyulmuşum. O evden çıkarken ki enerjim bitmiş ama, acele etmiyorum “zaten geç kaldım yeaa” kafasındayım. O kafamda neler dönüyor neler.. Acaba annem telefonumu kurcalar mı? Kurcalasa nolur ki. Eee mesajlarımı okur. Okusa nolur kii. Ee biraz problem olabilir tabi ama annem niye kurc..DANK! “Ne?! Ben iki saattir napıyorum ya Allah’ın cezası merdivenler sizin yüzünüzden üşengeçlik yaptım ve ayvayı yedim. İnşallah kapıcı adam gibi silmezde tozdan geberirsiniz. Bir dahakine bütün sümüklü mendilleri sizin üstünüze atmazsam adım İrem değil, görceksiniz siz..” derken telefon parolamın olduğu aklıma geldi. Benim jetonum bu kadar geç düşmemeli ki bende herhangi bir panik anında dünyanın sakarlığını yapmayayım. O arada bir insana çarptım, kafam gitmiş zaten kadına da “pardon me” diyorum, döndüm park halinde ki arabanın aynasına çarptım ayna kapandı alarm ötmeye başladı, dedim kızım İrem kaç. Tam kaçarken sürüş halindeki bir arabaya da çarpıyordum tam oluyordu. O panikle yaslandığım ağaçtan elimde yatılı kalmaya niyetli olan dikeni de aldım mı yanıma. Sakinleştim sanki. Hayat normale döndü.. Bu seferde inceden bir ya annem parolamı çözerse paniği.. Aman Allahım, o çok şiddetli bir panik değil ya, içini inceden inceye kemiriyor. Kağıt kesiği gibi acıtıyor. Bir bir boğazımda düğümleniyor kelimeler. Sonra okula vardığımı farkediyorum. İlk iki ders Almanca ve 7 kişi gelmemiş. Hayat devam ediyor beni takmadan. Ve anlıyorum ki telefon bir ihtiyaç.

7 Ocak 2012 Cumartesi

Bazı insan

Bazı insanları anlatmak çok zor. Hele de o bazının içinden çekip çıkardığınız insan “ Biri karşıma geçip beni bana anlatmaya çalışsa çok gülerim, buna cesaret edebildiği için.”diyorsa. Evet benim bahsettiğim bazı insan belirsiz bir topluluğu değil, tam da belirli olan bir insanı kast ediyor. Aslında bazı insanlar diye söylenen herkes için bunu kast ediyor ama neyse. Ben bu bazı insanı seviyorum. Şimdi de onu anlatacağım, gülsün diye. Sevgili bazı insan, ilk gördüğüm gün çok ukala gelmiştin bana. Ne kadar da doğru gelmiş, çok ukalasın. Ve şimdi bana, bunu hep söylüyorsun, farklı bir şeyler yok mu diyorsun.. Ne kadar saçma bir şey yaptığımı düşünmemi istediğin için. Ne kadar kayıtsız kaldığını gösterip beni deli etmek için. Ama biliyor musun, insanlara ya da bana kötü şeyleri unutturup daha kötülerini yaşattığın, ve bunlara dayanarak kendini duygusuz sandığın için acıyorum sana. Sevdiğin halde ayağının birinin sürekli kapının dışında olmasını, sürekli gidişlerini, kaçışlarını gördüğüm için sevmeye yetmeyen cesaretine acıyorum. Takdir ettiğim tek şeyin egon. Ve senin özgürlük diye tattığın her şeyin ego olduğunu bildiğin halde hiçbir şey yapamadığın için acıyorum sana. Sana acıdığım için seviyorum seni. Seni sevdiğim için acıyorum kendime, bize. Ve hepsini sen gül diye yapıyorum, ama sen gülmüyorsun.

5 Ocak 2012 Perşembe

Olacak iş mi?!

 Haddini aşma tabiri sadece 18 yaş altı grubu için galiba. Öğretmenler için de sayılmıyor sanırsam. Çünkü bazı öğretmenler var ki öğrencisinin arkadaşlarının yaş gruplarına kadar karışabiliyor. Senin arkadaşlarının kalbini kırabiliyor, seni rezil edebiliyor. Ama kalp kırmış olmuyor, burnunu başka işlere sokmuş olmuyor, haksız olmuyor, çok bilmişlik olmuyor, haddini aşmışlık olmuyor. Neden? Çünkü öğretmen. Çünkü o her şeyi bilir. Peki bu öğrenciye hakaret değil midir? “Sen o yarım aklınla kendi arkadaşlarını seçemezsin, büyük olurlarsa seni kandırırlar, küçük olurlarsa seni başarısızlığa iterler, sen kendi yaş grubundan senin gibi salaklarla takıl, ot gibi yaşa” gibi bir anlam çıkmıyor mu? Haayır tabi ki de. “Ben senin iyiliğini düşünüyorum yavrum” gibi bir anlam çıkıyor-muş. Peki biz cevap verince “Ben arkadaşlarımı doğru seçebilirim hocam, bu konu kişisel bir konudur, okul veya dersle pek bir alakası yoktur” diyince de haddini bilmezlik oluyormuş. Bari haddini bilmezlik oluyorken tam olsun “Sen kimsin ki benim arkadaşlarıma karışıyorsun geri zekalı? Sana ne lan. Sen dersinle ilgilen. Sürekli özgürlükten bahsediyorsun öğrencilerine, biraz da kendine bahsetsene canım, hazır kendine gelmişken sadece öğretmen olduğunu da söyle, küçük dağları ben yaratmadım de bir de oldu mu?” İlla terbiyesini bozduracaklar insanın. Toplumsal sorunlar hep bu yüzden ortaya çıkıyor arkadaş. Kimse kimsenin hak sınırlarına girmeyecek kadar özgürdür. İnsanlık budur. Evet kimse kimseye hakkı olmadıkça karışmasın, tercihlerine saygı göstersin, HERKES HADDİNİ BİLSİN!

2 Ocak 2012 Pazartesi

Çelişki yumağı da diyebiliriz aslına bakarsak ama aslına bakmayalım.

Paşa gönlüm istemiyorsa ders çalışmam.. Bin bir boş işle uğraşırım. Çok konuşurum. Yeri gelir yeri olmayan şeyleri yaparım. Patavatsızım, kalp kırabilirim. Çok yemek yerim ve kilo almam. Acayiiiip dağınığım. Dengesizim, bugün böyle diyorsam ertesi gün bunun böyle olmadığını kanımın son damlasına kadar savunabilirim. Zor bir insan değilim ama User Manuel’im yok maalesef. Alışmak gerekli. Arkadaş canlısıyım, tanımadığım insanları çok severim. Kötü alışkanlıklarım var kola içmek gibi. Uykudan daha fazla sevemem hiç kimseyi. Uykum beni terk edince sevgilim terk etmiş kadar üzülürüm. Acı çekerim arkadaşlar, aşık olabilirim.Birine bağlanabilirim ki bunu yapıyorum. İkinci sevgilim ve 1 yıl 2 hafta oldu. Ayrılırsak köpek gibi üzülür ve ağlarım. Böyle insancıl duygularım var. Açık sözlüyüm ki bu bazen çok kötü. Aaah mor rengi çok seviyorum. Her şeye rağmen hep gülerim, mutluyum, enerjik ve belki biraz hiperaktif olabilirim. Kavga da ederim yeri gelirse, saç baş olaylarına girersek dayak yerim tabi o yarı. Çok müzik dinliyorum, özellikle Emre Aydın ‘a hastalık derecesinde takıntım var. Orijinalim birazcık, ukalayım da. Mütevazı olmayı sevmiyorum diyelim ya da, sen bir işi iyi yapıyorsan “Yook ya ne iyisi, kendimce bir şeyler yapıyorum” demek yapmacık oluyor. Tamam abartmaya gerek yok ama “ Allah’a şükür yapıyorum, çok sağ ol.” daha erdemli olur. Kim ne derse desin kendimden ve kendi doğrularımdan taviz vermem. Bu eleştiriye kapalı olduğum manasına da gelmez. İşte benim bu, çelişkilerle doluyum, kabul eden eder, etmeyen yoluna devam eder. Freddie Mercury demiş ya “Sadece benim biliyor musun, sadece benim. Bazen çok düzensizim, bazen çok düzenliyim ve..sadece benim.” Benim için demiş.